3 Haziran 2007 Pazar

Sergüzeşt

KİTABIN ADI SERGÜZEŞT
KİTABIN YAZARI SAMİ PAŞAZADE SEZAİ
YAYIM EVİ VE ADRESİ BAŞBAKANLIK BASIMEVİ ANKARA
BASIM YILI 1984



KİTABIN KONUSU:
Evinden ayrılan küçük bir kızın başından gecen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır. Kızın başından gecenler oldukça acıklıdır. Uzun bir süre kölelik hayatı yaşamıştır.

KİTABIN ÖZETİ:
Evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. Bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.
İlk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. Küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. Sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. Bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. Bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. Bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. Çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yerede yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. Yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
Sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. Oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. İlk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. Daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. Oda analatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kızdabuna çok sevinir. Evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. Bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. Ve onu yanına almak istediğini söyler. Fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. Bundan sonra kızda eski evine geridöner. Bu olay kızı çok etkilemiştir. Çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. Gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
Günler böyle geçip giderken birgün Mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. Birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
Kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine ‘dilber’ olarak koyulmuştu. Bundan sonrada ona ‘dilber’ olarak seslenilmeye başlandı. Dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. Ve Dilber’in bütün hayatı bu yönde değişti. Dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. Bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. Onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. Daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. Buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. Bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. Dilber’de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.

Dilber’e bir gün bir talip çıkmıştır, ve Dilber’de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
Dilber’in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. Evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan Celal bey bulunmaktadır. Celal bey aynı zamanda bir ressamdır. Yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. Dilber’i evde görünce o da çok şaşırmıştır. Çünkü Dilber’i Cleopatra’ya benzetmişti. Celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. faKat Dilber’I gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. İlk zamanlarda Dilber’de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe Dilber’de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. Celalbey Dilber’I boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. Kimi zaman nü resimlerinide çalışır. Dilber’in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. Ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. Günler geçtikçe Dilber zamanının büyük bir kısmını Celal beyin yanında geçirmeye başlar. Böylelikle Celal beyin Dilber’e olan aaşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. Bu arada Celal bey açıkça aşkını Dilber’e de belli etmeye başlar. Dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. Çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. Bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. Daha ssonraları Dilber de Celaal beye karşılık vermeye başlar. Günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. Evin baahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. Fakat bu durum Celal beyin annesini olddukça rahatsız eder ve buna akarşı bir önlem almak ister. Bu beraberliği bitirmek için Dilberi Celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. Tabii Dilber’in yapacak birşeyi yoktur. Celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak Dilber’in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemesede daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalrına rağmen bulamaz. Bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda Dilber’de mutlu olamaz.
Bundan sonra ikiside hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına Celal bey’in aileside çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.

tutunamayanlar

KİTABIN ÖZETİ:
Oğuz Atay, 1934’te İnebolu (Kastamonu)’da doğdu. 1939’da Ankara’ya geldi. 1951’de Maarif Koleji’ni, 1957’de Teknik Üniversite İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. Askerliğini yaptıktan sonra, 1960’ta Teknik Okula girdi. Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde öğretim üyeliği yaptı. Oğuz Atay, Tutunamayanlar adlı kitabıyla 1970 TRT Roman ödülünü kazandı. Yeni dergi ile Soyut’ta hikayeleri yayınlandı. 13 Aralık 1977’de İstanbul’da öldü.
Tutunamayanlar, alışılmışın dışında bir romandır. Belirli bir olayı sergilemekten çok; izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle oluşur. Bu bakımdan, özetlenmesi güçtür. Ancak, romanın konusu, kısaca şöyle açıklanabilir:
Genç mühendis Turgut ÖZBEN yakın arkadaşı Selim IŞIK’ın kendini bir tabancayla vurduğunu gazeteden öğrenir. Olayın çok etkisinde kalır. İntiharın sebeplerini merak eder. Bu amaçla araştırmalara girişir. İlkin Selim’in arkadaşlarından Metin ve Esat’la görüşür. Metin kendisine şunları anlatır: Metin’in Zeliha adlı bir kızla ilişkisi vardır. Selim kızın ona uygun düşmediğini söyler. Fakat Metin kızı bırakınca, bu kez Selim ona tutulur. Metin bunun üzerine yeniden kıza yaklaşır. Kız ise bir süre sonra onlardan ayrılır, bir başkasıyla evlenir.
Esat da Selim için şunları söyler: Selim’in lise öğrencisi iken tanır. İlginç, zeki, oyuncu bir çocuktur. Çok kitap okur. Wilde’a hayrandır. Fakat Gorki’yi okuyunca onu sevmez olur. Esat’la oyunlar düzenler, birlikte eğlenirler.
Turgut ÖZBEN Selim’le ilişkisi olan Günseli adlı bir kızla tanışır. Günseli Selim’le bir toplu gezintide rastlamıştır. Sıkıntılı ve asık suratlıdır. Onu avutmaya kalkışır. Fakat Selim’in soru yağmuruna tutulur. O gün anlaşamazlar. Aradan bir ay geçer. Selim onu telefonla arar. Buluşurlar. İlişkileri gitgide ilerler. Ne var ki Selim evlenmeye yanaşmaz. Çok kuşkuludur, geleceğe güveni yoktur, inançsızdır, aile düzeninden de hoşlanmaz. Sanki bir kafese kapatılmıştır. Hastalanır. Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadığını düşünür. Günseli’ye bir mektup gönderir. Ardından intihar eder

Selim son günlerinde Tutunamayanlar üstüne bir ansiklopedi hazırlamaya girişir. Orada kendisine bir madde ayırır. Bu maddede belirttiğine göre, Selim bir kasabada doğmuştur. Babası memurdur. Küçükken ağır bir hastalık geçirir. Altı yaşında ailesiyle büyük bir şehre göçer. Sabri adlı bir çocukla arkadaş olur. Okula gider. Uzun boylu olduğu için arka sıralara oturtulur. Sınıfta çok konuşur. Orta okuldayken Pitigrilli’yi okur. Sonra kızlarla dolaşmaya başlar. O sırada dünya savaşı patlar. Yiyecekler pahalanır. Askerliğini yaparken Süleyman KARGI ile tanışır. Askerlik bitince açıkta kalır. Kimse ona sahip çıkmaz. Odasına kapanır. Yemek yemez, içki içmez olur. Turgut Özben araştırmaları sırasında yavaş yavaş kendi benliğini tanır: O da tutunamayanlardan biridir. Kendini o zamana değin bir takım törelerin, alışkanlıkların yönettiğini sezer. Gitgide bağsızlığa doğru kayar. Evinden ayrılır. Bir trene binip gider. Gözden kaybolur...
Toplumun kurumlarıyla kuralları karşısında uyumsuz kalan insanın dramını değişik işleyen eser, roman alanında adı duyulmamış bir yazarın olgun düzeyini getirdi. Okunmasının güçlüğüne karşın, bıraktığı ilk etki ile özgün ve derin göründü; bir sürpriz tadı taşıdı. Uyanık ve araştırıcı bir gözlemin toplum sorunlarını eleştiren ve değerlendiren bakışı, usta bir anlatım yetisiyle birleştiği için ödülünü hak eder bütünlüğe vardı.
Bir roman; gerekli gereksiz ayrıntılarıyla kendi bütünlüğünü zedeleyen fazlalıklarla, yinelemelerle,filtreli sigaranın kanseri %7 oranında azalttığını söylemeden geçemeyen bilgilerle dolu. Yazarın,ayıklama ve seçme gözetmeden, ne biliyorsa içine katmaktan zevk duyduğu sayfalar. Romanın üslup özelliğinde, değişikliklerin, sıçramaların büyük payı olduğunu daha önce belirtmiştik. Nitekim 351 sayfada, eylem birden bire düşünceye yer vermekte, hemen biraz aşağıda ise ‘oyun’ biçimine dönüşmektedir. Atay, Tutunamayanlar için herhangi bir kural koymamış, şiirde oyuna varıncaya kadar, her yazılı türünü kullanmıştır.

Budala

KİTABIN ADI BUDALA
KİTABIN YAZARI DOSTOYEVSKİ
YAYIM EVİ VE ADRESİ ALFA-BASIM-YAYIM-DAĞITIM
BASIM YILI 1995

1.KİTABIN KONUSU :
Romanın kahramanı Prens Mışkin, saralıdır. Tedavi gördüğü İsviçre'den döndüğünde elindeki giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur. Yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır. Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin, tam bir ermiş kişidir, sevmekten başka bir şey gelmez elinden. Müthiş bir zeka sahibidir. Çevresindekiler, onu her zaman yadırgarlar, ama onsuz da edemezler. Kendisi de saralı olan Dostoyevski, romanının kahramanına kendi kişiliğinden pek çok şey koymuştur. Prens Mışkin'in anıları, aslında Dostoyevski'nin anılarıdır. Prens Mıskin'in romanının bir yerinde anlattığı, siyasal görüşlerinden dolayı kurşuna dizilme cezası alan bir adamın öyküsü, aslında Dostoyevski'nin başından geçmiş bir olaydır. Bir tutku romanı olan Budala, Dostoyevski'nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Hasta prens Mişkin Rusya’dan İsviçre’ye Şnayder adlı bir doktorun kliniğine yollanır. Prens çok acı çeken bir insandır ve ara sıra hastalığıyla ilgili nöbetler geçirmektedir. Nöbet geçirdikten sonra budalalaşır ve afallar. Çocukları çok seven prens köydeki çocukların kalbini kazanmasıyla iyileşme sürecini de ivmelendirir.
Köydeki yoksul bir kızla ilgilenmesinden dolayı da çevresi tarafından ayıplanmaktadır. Nedeni ise kızın annesinin ölümünden sonra lanetlenmiş olmasıdır. İsviçrede üç sene kalan prens bir çok acılarla Rusya’ya döner ve soyunun son bireyiyle tanışmak için atılımlarda bulunur. Onunla tanışması aynı evde yaşayan Ganya ile tanışmasına da vesile olur. Ganya prense Nastasya’nın portresini gösterir ve prens artık Nastasya’ya çoktan vurulmuştur. Onu her ne pahasına olursa olsun aramaya başlar ve sonunda da bulur ve evlenme teklif eder. Buhranlı bir dönemde olan Nastasya bu teklifi kabul eder gibi yapıp reddeder ve Rogo Jin adındaki biriyle evlenmeye karar verir. Bu evlilikten sonra tekrar Mişkin’e kaçan Nastasya daha fazla dayanamayarak tekrar geri döner.
Hala Moskova’da bulunan Mişkin Nastasya’yı aramak için Petersburg’a gelir. Prens Mişkin Nastasya’yı aradığını bir sır gibi saklamaktadır. Bu günlerde Prens Mişkin bazı özel günlerde evinde partiler verir ve bu partilere de kitabındaki bütün kahramanları çağırır. Bu kişilerden Aglea adındaki kadın ise Prensi deliler gibi sevmektedir ve ona “Yoksul Şövalye” gibi imalarda bulunmaktadır. Bunları ise mektuplarında sık sık dile getirmektedir. Sonunda aglea ile Prens Mişkin nişanlanmaya karar verirler. Böylece Prens ikinci kez Ganya’nın sevdiği kadını elinden alır. Ancak bu nişandan da vazgeçen Mişkin Nastasya ile evlenmeye karar verir. Ancak aynı zamanda Aglea’yı çok sevdiğini de bilmektedir. Nastasya ile evlenecekleri sırada Rogo Jin gelir ve Nastasya’yı sessizce alır gider. Mişkin bunu sakince karşılar ve birşey diyemez. Rogo Jin Nastasya’yı Petersburg’ta öldürür ve bunu da Prens gelince öğrenir ve tekrar krize girerek budalalaşır. En sonunda Şnayder’in kliniğine gönderilir. Aglea ise Polonyalı bir Coutla evlenir. Rogo Jin ise 15 yıllığına İsviçre’ye sürülmüştür.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :
Kitapta vurgulanmak istenen nokta; insanlar için sevginin çok önemli bir kavram olduğu ve onsuz yaşanamayacağının kesin olduğudur. İnsanlar için sevdikleri o kadar değerlidir ki o varlıkları kaybetmeye tahammül edemezler tıpkı Prens Mişkin gibi.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Kitapta genel olarak on üç karakterden bahsedilmektedir. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
1. PRENS MİŞKİN : Kendi iç dünyasında yaşayan, herkese güler yüzle davranan, budalalık derecesinde iyi ve insanları sevmekten başka birşey yapamayan bir prenstir.
2. ŞNAYDER : Prens Mişkin’in hastalığından dolayı yardım istediği, kendini ispat etmiş ve prensi kurtarmak için tüm gücünü kullanan iyi bir doktordur.
3. AGLEA : Prensi deliler gibi seven ve onu kaybetmemek için herşeyi göze alabilen, güzel ahlaklı ve gayet alımlı bir bayandır.

5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Anlatım yönünden üst düzeyde olan kitapta; çok uzun cümleler kullanılarak okuyucunun cümlede anlatılmak istenen manadan uzaklaşmasına sebebiyet verilmştir. Yine de bu uzun cümlelere rağmen roman akıcı ve sürükleyici olmasıyla okuyucuyu kendine bağlamaktadır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Rus edebiyatının en büyüklerinden olan Dostovyevski, 1821 Moskova doğumludur. Orta sınıf bir aileden gelen yazarın babası, yoksullar hastanesinde cerrahtı. Dostovyevski ilk eğitimini ailesinden aldı. Romanlarının tümünde, ailesinin çektiği sıkıntıların ve tanık oldukları yoksulluğun etkisi görülebilir. Çok çalkantılı geçmiştir Dostovyevski’nin hayatı. 17 yaşında askeri akademiye girmiş ama oradaki katı disipline uyamayıp ayrılmış, Norodniklerin siyasi görüşlerini benimsemiş, 1849’da idama mahkum edilmiş ve tam idam sehpasında öğrenmiştir cezasının sürgüne çevrildiğini. Ölümün kıyısından dönen ve Sibirya’daki sürgün yaşantısında zor günler geçiren Dostovyevski’nin siyasi görüşlerinin temelden farklılaştığını söyleyebiliriz. Kişiliğini derinden etkileyen epilepsi nöbetlerinin sıklaşması da bu tarihte başlar. Artık mistik bir dünya görüşü egemendir Dostovyevski’nin metinlerinde.
Bu günlerde Orhan Pamuk’un editörlüğünde başlayan Dostovyevski dizisinin ilk kitabı olarak yayınlanan “Ecinniler”, Dostovyevski’nin Norodnik ve ateist geçmişine dair bir özeleştiridir. Sürgün dönüşü; aşkları, evlilikleri, Avrupa seyahatleri, kumar tutkusu ve geçim sıkıntıları, Turgenyef’le olan çekişmelerleriyle geçirdi ömrünü bu büyük yazar. Çoğu kitabını yayıncılardan aldığı “kaporalar” nedeniyle çok kısa sürelerde tamamladı ve bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında olan Dostovyevski, 1881 yılında geçim sıkıntıları içinde hayata veda etti.

Su Savaşları (John BULLOCH, Adel DARWISH)

KİTABIN ÖZETİ :
Kitap Orta Doğu’da suyun stratejik bir madde olduğunu ve gelecekte mutlaka paylaşımı irtibarıyla savaşa neden olacağını belirtmektedir. Aşağıda belirtilen başlıklar halinde çeşitli bölgelerde su kaynakları, kaynakların paylaşımı ve kullanımına ilişkin projeleri ve bu projelerin uygulamaları esnasında meydana gelen kriz, sürtüşme ve savaşları konu almaktadır.
1. SU :
ORTA DOĞUNUN EN ÖNEMLİ KAYNAĞI :
% 80’nini kıraç arazilerin oluşturduğu bölgede yaşayan milletlerin geçim kaynaklarının tarım olduğu Orta Doğu’da, su hayati öneme haiz stratejik bir maddedir. Bu bölgedeki ülkelerin büyük bir bölümü su fakiridir. Su ihtiyaçlarının giderilmesi kaynağı kendisinden başka ülkelerde bulunan akarsulara bağlıdır. Bu bağımlılık su kaynaklarını elinde bulunduran ülkeye avantaj sağlamaktadır. Suyun paylaşımı ülkeler arasında gerginliğe ve neticede savaşa dönüşebilmektedir.
Bilim adamları 2000 yılı itibarıyla pek çok ülkenin kişi başına kullanılan su miktarı değerlendirildiğinde 1975’de kullandıkları suyun yarıya ineceğini hesaplamaktadırlar.
Bölgede 1967’de ki Arap-İsrail savaşı 1970’de Ürdün’deki iç savaş, 1978 Lübnanın işgali ve Türkiye’de 1983’ten bu yana devam eden terörist faaliyetlerde, Sudan’daki Kuzey-Güney çatışmalarında su paylaşımının büyük rolü vardır.
2. ÜRDÜN HAVZASI :
Havzada en önemli su kaynağı Golan tepeleri’nden çıkan Şeri-a Nehri ve Onun kollarıdır. Şeri-a Nehri sularının kullanımında Ürdün, İsrail, Suriye arasında zaman zaman problemler yaşanmaktadır. İsrail’in Batı şeria’da yerleşim alanları kurmasının temel nedenlerinden bir tanesi’de Şeria Nehrinin sularından daha çok yararlanma isteğidir.
3. Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) :
Bu projenin ilk ayağı olan Atatürk Barajı 25 Temmuz 1992 günü elektrik üretimine başlamıştır. Türkiye’nin tüm elektriğinin 1/5’ini üretmekte ve 20.000 km²’lik alanı sulanabilir arazi haline dönüştürmektedir. Bu projeyle bölgenin sosyo-ekonomik durumunun değiştirilerek bölge halkına daha çok refah götürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak projenin gündeme gelmesi ile birlikte Türkiye’nin Güney Doğu’sunda, özellikle Suriye tarafından desteklenen, silahlandırılan ve zaman zamanda İran ile Iraktan yardım gören PKK’nın kullanılmasıyla terörist faaliyetler başlamıştır. Bu Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehir sularının dizginlenmesi projesine, Suriye’nin cevabıdır.
4. Nil-Mısırın Başlıca Güvenlik Konusu : NİL :
Mısır için, başlıca hayat kaynağı olan Nil Nehrinin güvenliği birinci derecede güvenlik sorunudur. Nil’e yönelik her tehdit Mısır Yüksek Komutanlığı’nın parlemento onayını beklemeden askeri karşılık vermesine izin verir.
Mısır bu konuda öylesine hassastırki 1977’lerde ilk defa başkan Enver Sedat’ın İsrail ziyareti esnasında gündeme gelen Nil Nehri sularının İsrail’e taşınması projesi başkan Sedat’ı vatan haini suçlaması ile karşı karşıya bırakmış, kendisine ihtilal girişiminde bulunulmuş ve nihayet radikal islamcı örgütler tarafından öldürülmesinde bu projenin rol oynadığı değerlendirilmiştir.
5. Nil : Mısır ve Etiyopya :
Etiyopya Nil Nehiri’nin kaynaklarının bulunduğu ve Yukarı Nil Havzası’nı kontrol eden bir ülkedir. Yakın zamana kadar Etiyopya’nın Nil sularını dizginleyecek olanağı ve arzusu olmadığından hiç bir önemi yoktu. Şimdilerde millet olarak bütünlüklerini sağlamış olmaları nedeniyle israil ile iş birliği kurarak gerektiği taktirde Sudan ve Mısır’a zarar vermeyi elinde tutmaktadır.
6. Nil: Mısır ve Sudan :
Mısır ve Sudan Nil Havzası’nda birbirlerine muhtaç iki Arap ülkesidir. Bu nedenle özellikle Mısırlı liderler sudan ile ilişkileri daima üst seviyede tutmuşlar ve uluslararası her platformda Sudan’ı desteklemişlerdir. Örneğin; 1980 yılında Çad’a müdahale eden ve baskıncıları Güney Sudan’a girmeye özendiren Libya lideri Kaddafi’yi şöyle uyarmışlardı’’ Sudana karşı bir operasyon durumunda hemen Sudan’ın yanında olacağız’’
7. Büyük Yapay Nehirler: Libya ve Irak :
Libya bölgedeki su kaynakları en kıt ülkelerden biridir. Bu zafiyeti başlangıçda Mısırla birleşerek Nil sularından yararlanmak suretiyle gidermeyi planlamıştır. Bunun gerçekleşmemesi üzerine önce Mısır’la savaşmış akabinde Çad’a girmiştir. Çad’dan sonra baskıncıları Güney Sudan’a karşı kışkırtmak suretiyle Nil Nehiri’nin güvenliğini güneyden tehdit etmek istemiş ve ancak bunu başaramamıştır. Bu konudaki başarısızlığını örtmek ve Akdeniz kıyısında toplanan nüfus yoğunluğunun su ihtiyacını gidermek maksadıyla Sahra Çölü’nde ki yeraltı suyunu çok büyük maliyetlere katlanarak 667 km.lik bir boru hattıyla Akdeniz kıyısına ulaştırmıştır.
Irak ise Fırat ve Dicle Nehirleri arasında Iraklılar tarafından “Saddam Nehri” olarak nitelenen 565 km uzunluğundaki üçüncü bir su yolunu hizmete açmıştır. Bu su yolu Bağdat’tan başlayarak Basra’da son bulmaktadır. Yapay nehirin yarattığı imkanlarla kireçlenmiş toprağın temizlenmesi ve 5 ile 10 yılda 150 milyon hektarlık toprak kazanılması amaçlanmıştır.
8. Arap Yarım Adası :
Arap yarımadası ülkelerinde akarsu yoktur. Su ihtiyacı yeraltı sularından, büyük ölçüde de deniz suyundan arıtma yoluyla elde edilmektedir. Su arıtma tesislerinin yatırım maliyetleri yüksek olmanın yanı sıra, dış tehditlere karşıda son derece hassastır. Bu nedenle su ihtiyacının ithal edilmesi yoluyla karşılanması bir dönem düşünülmüştür. Projenin Arap Ülkelerini, su ihraç eden ülkelere bağımlı kılacağı gerekçesiyle gündemden kalkmıştır. (Bu kapsamda düşünülen; Türkiye’den güneye uzanan barış suyu projesi Türkiye’nin Osmanlıyı canlandırma emelleri peşinde olduğu düşüncesi ile pek sıcak karşılanmamıştır.)
9. ESKİ ÇÖL YASALARI VE ULUSLARARASI HUKUK :
Eski çöl yasası susuz kalmış bir insanın bir başkasının kuyusundan kabla, suya dalmadan, kirletmeden kullanımını ön görür.
Günümüzde uluslararası suların paylaşımı konusunda, uluslararası nehirlerin kullanılmasında helsinki ilkeleri (unkhi), sınırları aşan nehirler veya su yolları konusunda uluslararası bir yasa oluşturmak için başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir.
UNKHİ:
a. Aynı havzaya dökülen her nehir veya göl ayrı sistemler olarak değil, tek bir entegre birim olarak ele alınmalıdır.
b. Ayrı anlaşmalar ile belirlenmedikçe sistemdeki her devletin havzaya dökülen sistemin sularından mantıklı eşitlikde kullanım hakkı vardır. c. Havzayı paylaşan devletler havzadaki diğer devletlerin yasal haklarına saygı göstermelidir esasını dayanmaktadır.
10. Tehlikeli Gelecek :
Orta Doğu’da şiddet potansiyeli her zaman vardır. Savaşlar toprak, özerklik, insan hakları yada sınırları koruma nedenlerine bağlı görünürse de geleceğin bütün çatışmalarını etkileyecek tek şey bölgenin su durumudur. “Su Savaşları” yoldadır.

Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük (Asım ASLAN)

Cool Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük (Asım ASLAN)
KİTABIN ÖZETİ :
1. BÖLÜM : SÖMÜRÜLEN ATATÜRK :
Gerçek Atatürkçülerin dışında Atatürk’ü kullanmak isteyen ve bundan yararlanmaya çalışan kişiler mevcuttur. Bunlar her yerde ve her konumda bulunmaktadır. Atatürkçülüğü çıkarları doğrultusunda değerlendirip, öyle yorumlayarak O’nun adını kullanarak bir yerlere gelmek isteyen ya da işlerini devam ettirmek isteyen kişiler vardır. Atatürk’ün düşüncelerini, söylevlerini, demeçlerini okuyan herkes arasından seçtiği ve kendi düşünce ve sözlerine uyuyanları bulup, bunlara dayanarak Atatürk’ü kendisi gibi düşünüyor gösterebilir. Nitekim bu yıllardır yurdumuzda yapılmaktadır. Atatürk ; Kapitalist, Devletçi, Sosyalist, Komünist, Anti-Komünist, Faşist, Demokrat, Diktatör, Demokrat Diktatör, Irkçı-Turancı, Anti-Irkçı, Anti-Turancı, Şeriatçı, Laik, Padişahçı ve Halifeci, Cumhuriyetçi olarak gösterilebilir. Hatta Atatürk’ün çeşitli zamanlarda çeşitli yerlerde yapmış olduğu konuşmalardan, yada yazdıklarından bu düşüncelerden kendi çıkarı doğrultusunda olanla ilgili örnek verip düşüncesini kanıtlamaya çalışabilir.
Atatürk’ün konuşmalarından ve düşüncelerinden, kendi görüşlerine uyan sözler ve düşünceler bulabiliyorlar. Atatürk’ün birbiriyle çelişen söz, düşünce, tutum ve davranışları olabilir. Bunları doğru değerlendirebilmek için, Atatürk’ün kişiliğini, düşüncelerini, tasarılarını, gerçek amacını, Kurtuluş Savaşının koşullarını, Türkiye’nin ve Dünyanın o günlerdeki durumunu çok iyi bilmek gerekir. Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağlamak için her şeyden önce toplayıcı birleştirici bir önder olmak ve her türlü olanaktan, fırsattan yararlanmak zorundadır.Yani kafasında tasarladığı ve yapmak istediği şeyleri başta bütün açıklığı ile anlatamazdı.Çünkü halk bunları anlayıp kabullenebilecek durumda değildi. Bu nedenle o an ortamı bozmayacak, halkın duymak istediği şeyler söyleyip yada yapıp bütünlüğü bozmamıştır. Eline geçen fırsatları iyi değerlendirmiştir. Örneğin;
Kurtuluş Savaşı’na başladığında savaşın sonunda halkın saydığı ve çok önem verdiği halifeliği ve padişahlık düzenini kaldırıp, Cumhuriyetçiliği getireceğini söylese bütünlüğü sağlayamazdı. Savaşa ve meclise ayrım yapmadan her türlü ve her seviyeden insanları katarak ayrımcılık yaratmamıştır. Atatürk daima ne zaman nerede nasıl konuşacağını bilen biriydi. Düşüncelerini doğru zamanlamayla işleve sokmuştur.
Atatürk emperyalizme karşı,cumhuriyet yönetimini kurmuş laikliği getirmiş, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel devrimler yapmış, çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı amaçlamış, halkçı yönetimi benimsemiş, barıştan yana, bütünleştirici, bilimsel akılcı, insancıl, çağdaş bir milliyetçi, özel sektöre yer veren himayeci, planlı bir devletçi, komünizm ve faşizm karşısında demokratik sosyalizme karşı olmayan, çok partili demokrasi yanlısıydı.
Ayrıca Atatürk hakkında üç ayrı tavır gözlemlenebilir.
Övgüleri : Atatürk’ü tanrılaştırmakta, peygamberleştirmekte ve tabulaştırmaktadırlar.
Sövgüleri : Düşmanları ve yadsımaçlarıdır. Atatürk’e ve devrimlerine karşıdırlar, yaptıklarını inkar ederler.
Ağıtçıları : Atatürk öldü diye ağlayıp sızlarlar ve her şeyin bittiğini sanırlar.
Bu tavırların hepsi yanlıştır. Atatürk’e sevgiyle, akılla, mantıkla yaklaşmalıyız. Atatürk’ü hataları, yanılgıları, yaptıkları, yapa-madıkları, başarıları ve başarısızlıklarıyla birlikte bir bütün olarak ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Atatürk konusunda duygusal, bilimsel, sıradan yaklaşımları bir yana bırakıp, akılcı, gerçekçi, nesnel ve bilimsel bir yaklaşım benimsemeliyiz. Atatürk’ün ölümünden sonra düzen bozulmaya başlamış halkımız öz benliğini yitirip yasadışı işler yapan, yolsuzluk, hırsızlık, kaçakçılık yapmayan, çalıp çırpmayan işini halledemez, yürütemez duruma gelmiştir.
2. BÖLÜM : ATATÜRKÇÜLÜK
Tam bağımsızlık, Anti-emperyalizm, Özgürlükçülük, Cumhuriyet-çilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik,Akılcılık ve Bilimsellik, Çağdaşçılık ve Barışçılık ilkelerinden oluşan, bu ilkelerden kaynaklanan kendine özgü bir dünya görüşüdür. Atatürkçülük değişik kişilerce elbette yorumlanacaktır, yorumlanmalıdır. Yorumu yaparken ilkeleri bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Gerçekçi, nesnel ve bilimsel yorumlar yapmalıyız. Çeşitli Atatürkçüler vardır, bunlar kendilerini ilgilendiren konuların Atatürkçüleridir. Basma kalıp şeyleri yaparak yada söyleyerek Atatürkçü olduklarını zannederler. Sadece o süreç içinde, işine geldiği kadar Atatürkçüdür. Gerçek Atatürkçüler, tam bağımsızlıktan, cumhuriyet yönetiminden, laiklikten, bütünleştirici insancıl ve çağdaş milliyetçilikten, ekonominin halk tarafından birinci planda tutularak yönetilmesinden, devrimden, hoş görüden, başarıdan, akılcı ve bilimsel düşünceden yanadırlar. Atatürkçülüğü bir bütün olarak ele alıp, bilimsel olarak inceleme taraftarıdırlar, ilkelerin uygulanması için çaba sarf ederler, her dönemde yılmadan usanmadan savunacaklar ve sahte Atatürkçülerin oyunlarını boşa çıkaracaklardır.
SONUÇ :
1. KİTABIN ANA FİKRİ :
Ülkemizin kurulmasında ve geleceğinin belirlenmesinde büyük rol oynayan devlet adamı ve asker Atatürk’ün çıkarlar doğrultusunda yanlış değerlendirilmesini açıklamaktır.
2. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :
Atatürk ve Atatürkçülüğün tarih sahnesinde yerini aldığı zamandan beri oluşan yanlış anlamaları gözler önüne sermesi.
3. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :
Başarılı bir kitaptır.

İŞ BULMAK İÇİN TIKLAYIN. İŞMİ ARIYORSUNUZ? ARTIK KİMSE İŞSİZ KALMAYACAK.argonik

Sosyal Kuralların Psikolojisi (Muzaffer ŞERİF)

A. I. VE II. BÖLÜMÜN ÖZETİ :
İnsanlar toplumsal çevrelerinden bir takım kuralları ve ölçüleri kendi içeriklerine indirgerler. Bunları isteyip istemedikleri, gerçeğin bilincinde olup olmadıkları hiç fark etmez. Toplumdan toplama kurallar ve ölçütler değişir. Herkes bir yere kadar yöreye bağlıdır. Sosyal psikologun bu genel kuralda ayrıcalığı yoktur. Bu onun araştırmalarında gerekli görüş açısı bakımından bir engel oluşturur. Sonuçta yalnızca teknik bakımdan eksiksiz çalışmalar yazarlarının yöreye bağlı oluşlarını yansıtır ve böylece değindikleri sorunlar üzerlerinde kuralsal yargı ilamlarından öte bir şey değildirler. Yöreye bağlı kalmaktan sıyrılmak için sosyal psikolog kendinde derin yer etmiş kurallardan belirli bir ‘’ uzaklık” bırakmayı öğrenmelidir.
Aslında yaşamak uğraşımızın düzenli ayarlanma yollarının ölçütleştirilmesi ve çevremizdeki dünyanın algılanmasının belirli toplumlarda bizimkinden geniş çapta değişiklik göstermeleri,bu toplumlarda yetişenlerin zihinlerinin temelde bizimkinden farklı çalıştığını kanıtlar demek değildir. Bu farklılıkların nedeni, her şeyden önce, yerleşmiş kurallar ve algı dayanağından ayrılıklarda aranmalıdır.
Bu sorunların araştırılmasında bireyi sosyal psikolojiye karşı cephe aldırarak, mantıksal olarak iki alt dizgi kuran çalışmalar ortaya koymak zararlı bir ikilemciliktir. Herhangi geçerli psikolojik bir ülke, yalnız grup içinde bir kişiye veya yalnız onun tüm kültürüne ilişkin olarak uygulanmalıdır.
Piaget, Lewin ve öğrencilerin çalışmalarında sorunlarımızın çözümünde umut verici olabilecek yaklaşımlar şimdiden görülmektedir.
B. III. BÖLÜMÜN ÖZETİ :
Şimdi artık belirlediğimiz alanımız için yolu açtıktan sonra geri dönebilir ve sorunu açıklığa kavuşturacak bazı noktaları konu edebiliriz. Başka kültürlere ait insanların dünyayı görüş yollarını geniş çapta tayin eden zihniyetlerdeki temel farklılıklarda, algı dayanağı çerçevelerinde çok büyük ayrılıklar buluyoruz.Bu bize kuralların (normların) psikolojik analizi için gerekli görüş açısını verdi.
Deneysel psikolojinin değişik alanlarındaki bazı temel gerçekleri gözden geçirmemizle algı dayanağı çerçevesinin işe karışmasının egemen veya geliştirici etken olarak durumun tamamında bulunduğuna değindik. Belki de iki ayrı dizideki veriler yakın ilişkilidir ve bunların her ikisinin de altında uzanan ilke,psikolojik ve kültürel ilişkinin temelidir.Bunu izleyen bölümlerdeki işimiz bu ilişkinin incelenmesi olmaktadır.
Bu bölümde kuralları sosyal psikolojideki yerlerine koymaya çalıştık. Kuralların toplumda yeni dolmuş bir insana önceleri dışsal oldukları sonuca vardık.Yeni doğan insan, kurallarla karşılaştıkça onları benliğine özümser.Böylece kuralların psikolojik olarak incelenmesi, bizi bunları uyarı durumlarının yanında yer vermek gereğine götürmektedir.
Uyarı durumları iyice yapısallaştırılmış olabilecekleri gibi, olmayabilirlerde. Özellikle bu ikinci durumlarda bir tutumu temsil eden bireyin bir duruma olan hazırlığı kesin yapıların örgütleşmesinde egemen rol oynar. İyice yerleşmiş olan toplumsal kurallar, bir kez bireyde özümsendikten sonra, deneyimlerini ve çevresindeki insanlara karşı olan tepkileri tayin eden önemli bir rol oynarlar.
Toplumsal kurallar durağan soyut varlıklar değil, tarihin akışı içerisinde ve bugünkü dünyamızın insan ilişkilerinin ürünleridirler. Dolayısıyla, bundan sonraki işimiz kuralların oluşumu psikolojisini ve bunlar, bir kez bireyde yerleşip özümsendikten sonra, bunların bireyin deneyimi ve davranışı üzerindeki sonuçsal etkilerini araştırmaktır. Bunu gelecek bölümlerde yapmak istiyoruz.
C. V.- IX. BÖLÜMÜN ÖZETİ :
Şimdi ana noktalara özet biçimde göz atabiliriz, Ego, bireyde kalıtımsal, psikolojik bir olgudur. Değerler egonun başta gelen içeriğidirler. Bunlar arasında toplumsal değerler ki toplumsal olarak yerleşmiş duygusal durağanlıklardır ve başlıca (yönetik) kesimi biçimlendirirler. Bu değerler, insanda toplumsal olandır.Bu anlamda, kişi egonun insanda toplumsal olan şey olduğunu söyleyebilir. Ego için ölçütleri değerler kurar. Bunun gibi, ego bir duruma karıştığı zaman, temel gereksinmelerin doyumu için kişinin çabalarını düzenler. Egonun karışacağı olaylar, toplumsal olarak önceden belirlenmiştir. Ego ölçütlerinin bozulması ve egoya yanlış yer verilmesi acıdır; bunlar, çelişki ve suçluluk duygusu yaratır.

Sorun Çözme Teknikleri (Doğan Şahiner )

Kitabın bütün olarak veya bölüm bölüm özeti :

1. İnsanlar ve Sorunlar :

Yöneticilerin çalışma hayatlarında karşılaştıkları sorunların dışında insanlar gelir. İnsan unsurunu bir şekilde ele almak, başarılı çözümler bulmak yöneticiler için zorunludur. Yöneticiler sorunları çözerlerken başarılı çözümler bulamazlar ise işlerinde başarılı olamazlar başarılı olmak için sistematik bir yöntem kullanıp gerekli becerileri alıştırma yaparak kullanmaları gerekir. Becerileri teker teker pratiğe geçirmek için bir planın yapılması gereği unutulmamalıdır.
2. DAADİ Modeli :
Daadi Modeli sorun çözme tekniklerinin temel modelidir. Sorunları etkili bir şekilde çözmek için önerilen en iyi model Daadi Modelidir. Daadi Modeli ile sorunları çözerken belirli aşamalardan geçilmesi gerekir. Bu aşamalar şunlardır ” Dinleme, Araştırma, Amaç Saptama, Destekleme, İzleme “ Daadi modeli Denilmesinin amacı aşamalarının baş harflerinden gelmektedir. Daadi sistematik olma ve geri besleme kriterlerini karşılamaktadır. Model araştırma aşaması sayesinde yöneticiye büyük bir özgürlük tanır. Ve sonrada ortaya çıkabilecek ikincil sorunlarında gerektiği gibi ele alınmasına olanak sağlar. Neden yönetici dinleme sorunlu olan kişinin olaya bakış açısını görebilmek için onu iyi dinlemesi gerekir. İyi dinleme yöneticinin sorunu mümkün olduğunca karşısındaki kişinin bakış açısından anlaması demektir. Sorunlu olan kişi böyle yaptığınızı anladığı zaman alacağı yardımın karşılıklı anlayış temeline dayandığını bilir ve böylece yönetici psikolojik düzeyde araştırma aşamasında başarıya ulaşmış olur.
Dinleme Becerileri :
Dinlemenin yönetici açısından ne derece önemli olduğundan bahsetmiştik. Dinleyici (Yönetici), sorunu dinlerken dikkat etmesi gereken konular vardır.

* Dinleyici konuşanın kendini baskı altında hissetmeden, rahatça ifade etmesini

sağlayacak şekilde sessiz kalmalıdır.

* Dinleyici karşısındaki kişinin söylediklerini ve duygularını anladığını belirtmek için

sözlerini ara sıra özetlemelidir.
- Dinlemenin en önemli parçalarından biriside sözel olmayan iletişimdir. Yönetici bukonudaki becerilerinide geliştirmelidir.
Neden Araştırma :
Daadi Modeli sorun çözmek için önerilen en iyi modeldir demiştik. Neden araştırma da bu modelin aşamalarından birisidir. Bu aşamanın amacı ; istenilen değişikliğin gerçekleşmesini sağlayacak amaçlar saptamak üzere sorunun özünü ortaya çıkarmak için durumu incelemektir. Bu aşamada yönetici sorunu olan kişinin durum hakkındaki durum ve davranışları tam olarak anlamasına yarar.
Temel Araştırma Becerileri :
Araştırma, sürece temel oluşturan altı temel becerinin kullanılmasını gerektirir.Bunlar :

* Anlayışı geliştirip açıklığa kavuşturacak yaratıcı sorular.
* Konuşan kişinin bahsettiği derin anlamları yansıtan yorumlayıcı özetler.
* Mevcut durumda önem taşıyan duyguların araştırılması.
* Sorunu olan kişiye kendini somut olarak ifade etmesi için yardımcı olmanın yolları.
* Seçilmesi mümkün eylem çizgilerinin sonuçlarının test edilmesi.
* Konuyla ilgili enformasyonun verilmesidir.

Başka Araştırma Becerileri :
Araştırma aşamasında kullanılan becerilerle ilgili birkaç yöntemin, sorunun önemli noktalarını saptamakta yararlı olduğu görülmüştür.
- Kalıplar : Ele alınan durumlar yada bunlarla geçmişte yaşanan bazı olaylar arasındaortak bir yön bulunduğu, tarafların dikkatini çeker. Bunun araştırılması, sorunun ortaya çıkmasında bir davranış kalıbının rol oynadığını gösterir.
- Varsayımlar : Sorunu olan kişiler hepimiz gibi, yaşam hakkında genel olarak insanlar hakkında ve tek tek kişiler hakkında varsayımlar yaparlar. Bu varsayımların yanı sıra başvuru çerçevesi, tutarsızlıklar, anlamlı unutkanlıklar, anlamlı değinmeler, birden fazla görüşmeler ve pratikte başka araştırma becerilerinin içerisinde yer almıştır.
Araştırma Sentez :
Araştırma aşaması ilerledikçe konuyla ilgili olgular saptanır ve incelenir. Araştırma aşamasının yapısı hipotez oluşturma süresi etrafında kuruludur.
Bu arada tarafların sorun üzerinde bir ekip olarak çalıştıkları işbirliği ortamı kurması gerekir. AMAÇ : bir suçlu bulmak değil sorunu çözmektir.
Amaç Saptamanın İlkeleri :
İyi dinleme ve iyi araştırma, bazı yöneticilerin kolay kazanamayacağı ve çoğu ustalaşmak için sürekli pratik gerektiren bir dizi beceri gerektirir. Şunu da unutmamak gerekir. Daadi süreci bir bütündür. Bir örnek vermek gerekirse “ bir zincir, en zayıf halkası kadar kuvvetlidir “ sözü burada en zayıf halkası genellikle amaçların saptanmasıdır. Amaçların saptanması kolay gözüktüğü için bu iş kötü yapılır. Fakat kolay gözüktüğü kadar kolay olmasına karşın bir o kadar da karmaşıktır.
İşeyarar Amaçlar Seçmek :
İşe yarar amaçlar seçmek konusunda en önemli husus somut amaçları belirlemektir. Somut amaçlarda kendi arasında somut alt amaçlara ayrılır. Burada sorunun çözülmesi için hangi amaçlar yada alt amaçlar seçilmiş olursa olsun, bunların SGGD kriterine uyması gerekir. Bu testi geçemeyen amaçlar ya değiştirilmeli yada bir tarafa bırakılmalıdır. Seçilen amaçlar somut olmalı, gerçekçi olmalı gözlenebilir ve değerli olmalıdır. İşe yarar amaç seçerken seçilen amaç bu özellikleri taşımalıdır.
Amaçlar ve Ödüller :
İnsanlar yapmış oldukları iş karşısında elde edecekleri yararın büyüklüğüne uygun bir biçimde hareket ederler. Yani elde etmeği umdukları yararın büyüklüğüne göre davranırlar. Burada yararlar arasında uygun bir denge oluşmasını sağlayacak amaç ve alt amaçlar formüle ederken kullanılabilir ve bu da amacın gerçekleşmesine yardımcı olur.
Destekleme :
Destekleme sorun çözme tekniklerinin temel modeli olan Daadi modelinin dördüncü aşamasıdır. Sorun çoğu zaman dinleme aşamasında iken karışık ve duygusal bir tartı ortaya konmuştur. Araştırma aşamasında ise sorunu çözümlemek, neyin değişmesi gerektiğini saptamak olanaklı hale gelmiştir. Ama bu değişikliğin gerçekleştirmek amaç saptanmadıkça ve sorunu olan kişi bu amaçlara ulaşmaya hazır olmadıkça hangi değişikliğin yapılması gerektiğini saptanması işi basit bir düzeyde kalır. İşte bu AMAÇ SAPTAMA AŞAMASI’ nın görevidir. Ama amaçları gerçekleştirmeye başlamadan önce bir başka aşamaya geçilmesi gerekir. Bu aşamanın gerekli olduğu yöneticiyle sorunlu olan kişinin açıkça göremediği durumlarda yardımcı tabloları çok yararlıdır. Bu tablolar yardımı ile amaç DESTEKLENİR. Yönetici destekleme aşamasında ; açıklama, gösterme, deneme ve eleştiriden oluşturulan bu çerçeveyi unutmaması gerekir.
İZLEME :
İzleme aşamasında yönetici saptanan amaç ve alt amaçlara ulaşma çabalarını gözler. Burada yapılmasına karar verilen şeylerin yerine getirilip getirilmediği ve bunların işe yarayıp yaramadığı araştırılır. Gördüğü başarılar onaylayarak ödüllendirilir, stratejinin adım adım gerçekleşmesinin gözetim ve başarısızlık durumlarında süreci çözümleyip gerekli önlemleri alır. Bu amacın gerçekleşmemesinin çeşitli nedenleri olabilir. Bu nedenlerin kimisi iyi kimisi de kötüdür. Amaca ulaşmamasının yedi nedeni vardır ve bu nedenler bu bölümde yer almıştır.

1. Gerekenlerin yapılması için fırsat çıkmamıştır.
2. Amaç kötü seçildiği için ulaşılması olanaksızdır.
3. Strateji kötü seçilmiştir ve adımlar fazla büyüktür.
4. Sorunu olan kişinin daha fazla desteğe gereksinimi vardır.
5. Durumu değişmiş ve sorunu ortadan kalkmıştır.
6. Sorunu olan kişi değişmiş ve sorun ortadan kalkmıştır.
7. Sorunu olan kişinin motivasyonu yada özgüveni yeterli değildir.

DAADİ : Yönetim için bir araç Daadi çeşitli yöntem becerilerini içeren düzenli bir süreçtir. Bu nedenle sorun çözmenin yanı sıra değişik alanlarda da kolaylıkla kullanılabilir. Daadinin başka alanlarda kullanılmasına örnek vermek gerekirse

1. Daadi becerilerinin günlük yöntem etkinliklerinde kullanılması
2. Şefinizle ilişkilerinizde kullanılması
3. Küçük gruplarda kullanılması